Bal, Ra’nın Gözyaşları, Türkiye’de Bal, Bal Efsaneleri
BAL hakkında söylenecek o kadar çok şey var ki, sırf vefakâr bal emekçilerinin, yani arıların, Orta Asya’nın kalbinden Avrupa’ya, oradan Kolomb’un gemileriyle Amerika’ya ve daha nice yerlere yaptıkları maceralı yolculukları anlatmak oldukça uzun sürer.
Arının yaklaşık 30 milyon yıldır var olduğunu, o günden beri aynı çalışkanlıkla bal, polen, propolis ve arı sütüyaptığını bilmekteyiz. Balı insanların tanıdığını, topladığını gösteren en eski belge İspanya’nın Valencia eyaletinde Bicorp’da Arana mağarasında bulunmuştur.
Araştırmalar mağaranın duvarındaki bal toplayan kızın resminin 16bin yıl önce yapıldığını göstermektedir. İnsanların yerleşik hayat düzenine geçip, çiftçilikle uğraşmaya başlaması ile birlikte, artık bin bir tehlikeye girip topladıkları balı da üretme isteğiyle kovan yapımı başlamıştır. Bunlar yöresel yaşayışa göre içi oyulmuş ağaç kütükleri, saz ve samandan örme sepet şeklinde veya killi topraktan yapılmış özel çömlekler olarak ağaçlara asmak süreti ile M.Ö. 6000 dolaylarında bugünkü arıcılığının öncülüğünü oluşturmuşlardır. Hititlerin çivi yazısıyla yazdıkları levhalardan günümüzden 4000 yıl önce arıcılığı tanıdığını görüyoruz. Levhalardaki reçeteler Sümerler ve Hititlerin balı hastalıklarda kullandıklarını göstermektedir. Piramitlerde hava geçirmeyecek şekilde kapatılmış bal küpleri ve kraliçe Hepçesut’un armasında arı bulunması, Mısırlıların bala büyük değer verdiğini gösteren delillerdir. Mısırlı, Romalı, Yunanlı ve Arap hekimler balı göz hastalıklarında kullanmışlardır. Bal denilen bu iksirli besin tarih boyunca o kadar çok itibar görmüş ki, bilgelikleriyle tanınmış birçok kişinin çocukluklarını bal kaşıklayarak geçirdiklerine kanaat getirilmiştir. Hippokrates hava ve suya eş değerli görüyor, tüm hastalıklara karşı kullanıyordu. Asklepiades ise, ruhi ve sinirsel hastalıklarda kullanıyordu. Plinius, Dioskorides ve birçok hekimin çeşitli hastalıklara karşı yalnız, bitkilerle karıştırarak veya şurup, merhem olarakta kullandıklarını görüyoruz.
RA’NIN GÖZYAŞLARI
Zamanla birçok toplumda sadece şeker ihityacı dışında bir sağlık, güzellik ve zenginlik kaynağı olarak görülen balın yüceltilmesiyle ilgili en güzel örneklerine M.Ö. 3200 dolaylarında eski Mısır hierogliflerinde rastlıyoruz. Arı sembolü fravunları temsil ediyordu ve bal Güneş Tanrısı Ra’nın “dünyadaki gözyaşları” olarak görülüyordu.
Herodot’un Mısır tarihinden bize aktardığına göre, Mısırlılar tanrılarına adayacakları hayvanları un, kuru üzüm, incir ve çeşitli aromaların balla harmanlanmasından oluşan bir karışımla doldururlarmış. II. Ramses dönemindeki memurların maaşlarının bir kısmı bal ile ödeniyordu. 1 kavanoz bala çok rahat bir eşek veya inek alınabiliyordu. Romalılarda ise arıcılık bilgisi genel kültür olarak görülmeye başlanmıştır ve pekçok ünlü bilim adamı ve tarihçi arıcılıkla da uğraşmıştır. O zamanlar hali vakti yerinde olan her Romalının en az bir kölesi arıcılık ile uğraşıyormuş ve her birinin ciddi büyüklükte kolonileri varmış. İnsanlar için kovan sahibi olmak önemli bir zenginlik göstergesi sayılıyormuş.
TÜRKİYE’DE BAL
Türklerin Anadolu’da ilk kez balarısı sözünü kullanmaya başladıkları sanılmaktadır. Kaşgarlı Mahmut’un açıklamasından da anlaşılacağına göre, Türkler önceleri bala “arı yağı” diyorlardı. Sonraları özellikle batı Türkleri (oğuzlar, kıpçaklar, Suvarlar…) bal demeye başladılar. Uygurlar bala çince “mi” Tokharca “mir” sözlerinden kökenlendiği sanılan “mır veya mir” adını kullanıyorlardı. Balın Anadolu’nun beslenmesinde de önemli rol oynadığı kesindir. Anadolu’da arıcılık ile ilgili olarak M.Ö. 1300 dolaylarında Boğazköy’de bulunan Hitit yazıtlarında rastlamaktayız. Çatalhöyük duvar süslemelerinde çiçekler üzerinde böcekler resmedilmiştir. Hititler, özellikle kutsal binaların yapımında kullandıkları taşlara bal döküp kutsarlarmış. Balın aynı zamnda kötülüklere karşıda koruduğu düşünülürmüş, bu uygulama ile Osmanlılar çıkardıkları birçok kanunla baldan ve arı kovanından vergi almışlardır. Osmanlıların İstanbul’da kurdukları ilk ticaret merkezi mısır çarşısı ile Tahtakale arasında kalan yerde bal kapanı vardı. Burada bal tartılır, vergilendirilir, saraya gider artakalan da halka satılırdı. (kapan arapça kabandan gelmektedir. Kaban ise kantar anlamındadır). Atalarımız balı yiyecek olarak kullanmaktan daha çok hatalıklara karşı koruyucu, deva, iyileşme döneminde de güç ve direnç verici olarak değerlendirmişlerdir.
BAL EFSANELERİ
Balın şifasına dair en güzel hikâyelerden biri hayatın anlamını alçakgönüllü zevklerde bulan Demokritos’un başından geçenlerdir. Hayatını son derece tutumlu bir şekilde yaşamış olan 109 yaşındaki bilge, ölüm vaktinin çokta uzakta olmadığını kavradığında, her gün biraz daha az yemeğe karar verir. Bu nedenle çeşitli besinlerden birer birer vazgeçer. Tam da en son yiyecekten vazgeçtiği gün Tanrı Demeter’in adına düzenlenen festival başlar. Yaşlı bilgede bu kutsal günde ölerek tanrı Demeter’ e saygısızlık etmek istemez. Bunun üzerine festival boyunca içi bal dolu bir kabı burnuna götürüp, yaklaştırıp koklamakla yetinir. Festival bittiğinde bal kabı önünden alınan yaşlı bilge, anında ölür. Anlatılanlara göre Eflatun ve Pindar gibi büyük şairlerin ağızlarından çıkan sözleri de arılar taşımış dillerine. Belki de doğumdan hemen sonra ağlayan bebeklerin dillerini ballı bir bezle saran Senegal ve Ivory adalı kadınların zihinlerinden de aynı düşünceler geçiyordur. Neolitik çağlardan itibaren Babil, Sümer ve Girit gibi birçok medeniyet önemli insanlarını balla birlikte gömmüştür. Çünkü bal diğer dünyaya girişin anahtarıdır. Bir inanışa göre, İskender de ölümden sonra halis balla mumyalanmış.
- Tags: arıcılık, arısütü, bal, bal efsaneleri, bal üretimi, ballı göz yaşları, polen, Ra